İran’da 18 Haziran’da düzenlenen cumhurbaşkanlığı seçimlerinden galip çıkan aşırı muhafazakar İbrahim Reisi, ağustos ayında görevi resmen devralacak. Böylece reformist çizgiye sahip Hasan Ruhani’nin devri kapanacak.
Ülke dış politikasının ana hatları büyük ölçüde Dini Lider Ayetullah Ali Hamaney tarafından belirlense de ona yakınlığıyla bilinen İbrahim Reisi ve atayacağı yeni hükümetin girişimleri de önem arz ediyor.
İran’ın bundan sonraki muhtemel politikasını ve olası senaryoları Sakarya Üniversitesi (SAÜ) Ortadoğu Enstitüsü Araştırmacısı Mustafa Caner’e sorduk.
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin önünde aşılması gereken birçok zorluk var. ABD’nin 2018’den bu yana uyguladığı ekonomik yaptırımlar İran’ı belki de en çok zorlayan nokta olarak ön plana çıkıyor. Viyana’da, İran ile ABD arasında devam eden nükleer anlaşmasına dönüş müzakereler var. Bu müzakerelerde bazı tarafların zaman kazanma çabası olduğu yönünde yorumlar yapılıyor. Reisi’nin yönetime gelmesiyle bu müzakereler sizce nereye bağlanacak?
Aslında İran yönetiminin hedeflediği ve müzakerelerin taraflarınca yapılan açıklamaların da işaret ettiği şekilde, yeni Cumhurbaşkanı Reisi’nin görevi devralmasından önce nükleer anlaşmaya varılması ve yaptırımların kaldırılması bekleniyor.
Reisi’nin yemin töreni ağustos ayında gerçekleşeceğinden en azından 6 haftalık bir fırsat penceresi açık durumda. Aslında Reisi’nin kendisi nükleer müzakerelere karşı bir isim değil. Zaten seçim kampanyasında da bunu ifade etti.
Adaylar arasında nükleer müzakerelere en eleştirel yaklaşan kişi, daha sonradan İbrahim Reisi lehine yarıştan çekilen Said Celili’ydi. Diğer bütün adayların üzerinde mutabık oldukları bir husus nükleer müzakerelerin İran’ın ulusal çıkarları uyarınca gerekli olduğuydu. Zaten nükleer müzakerelerde İran’ın yer alması, cumhurbaşkanından çok dini liderin tercihidir.
Anayasal olarak İran devletinin genel siyasetini belirleyen dini lider olduğundan ve kendisinin de bu sürece karşı olmadığı bilindiğinden İran müzakerelere devam edecektir. Dolayısıyla Reisi’nin koltuğu devralmasına kadar süreç sonuçlanmasa bile Reisi döneminde de müzakerelerin devam edeceğini öngörebiliriz.
“Reisi dış politikada ilk etapta ölçülü ve ihtiyatlı olacaktır”
Ancak burada kritik olan husus, Reisi’nin dış politika ekibinin şimdiki Dışişleri Bakanı Cevad Zarif tarzında insanlardan oluşmayacağıdır. Yeni gelecek bakan ve çalışma arkadaşları, daha az uzlaşmacı ve daha çok Batı karşıtı bir siyaset takip edebilirler. Bu anlamda Hüseyin Emir Abdullahiyan ismi öne çıkıyor.
Bir diğer öne çıkan isim de Said Celili. Bu isimlere dış politikanın dümeni teslim edildiği zaman İran’ın daha şahin bir doğrultuda hareket edeceği ve müzakerelerin de çıkmaza girebileceği düşünülebilir. Ancak Reisi, hem muhafazakar hem de sertlik yanlısı olmayan bir ismi de bakanlık koltuğuna önerebilir. Örneğin, eski Meclis Başkanı Ali Laricani gibi bir isim dış politika meselelerine daha pragmatik ve aynı zamanda muhafazakar bir zaviyeden yaklaşacaktır.
“Taç giyen baş akıllanır” misali, Reisi’nin dış politikada ilk etapta ölçülü ve ihtiyatlı hareket etmesi muhtemeldir.
Viyana’da İran ile ABD arasında nükleer müzakereler devam ederken, sahada sıcak bir gelişme oldu. Irak-Suriye sınırında İran destekli Şii milislerle ABD arasındaki gerilim yükseldi. Sahadaki durum diplomatik çabaları nasıl etkiler?
Pentagon’dan yapılan açıklamaya göre ABD drone’ları, Irak-Suriye sınırında bulunan Ebu Kemal şehri yakınlarında Ketaib Hizbullah ve Ketaib Seyyid el Şüheda adlı İran destekli milis kuvvetlerini hedef aldı.
Bahsi geçen bölgede bahsi geçen gruplara benzer bir hava saldırısı bu yılın şubat ayının sonunda gerçekleştirilmişti. Bu saldırı Biden döneminde gerçekleştirilen ikinci hava saldırısı oldu. Bu meselenin iki boyutu var: Birincisi nükleer müzakereler, diğeri ise Irak’a has ABD-İran rekabeti.
“İran ile nükleer müzakereler hiçbir zaman bu başlıkla sınırlı değil”
Öncelikle nükleer müzakerelerin hiçbir zaman sadece nükleer meseleyle sınırlı olmadığını akılda tutmak gerekiyor. ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımlar, İran’ın çevrelenmesi dediğimiz ABD’nin İran’a yönelik 1979’dan bu yana yürürlükte olan siyasetinin araçlarından biri.
Nükleer meselenin ABD’nin İran siyasetinin konu başlıklarından biri olduğunu bilmek gerekiyor. Bütün konu başlıkları da birbiriyle alakalı. İran’ın bölgesel faaliyetleri, balistik füze teknolojisi ve hatta İran siyasal sistemi, ABD için problemin parçaları. ABD’nin nükleer müzakere konularına İran’ın balistik füze programını ve bölgesel siyasetini de ekleme yönündeki arzusunu biliyoruz. İran tarafı bunu reddediyor.
“Son saldırılar Biden’ın İran’a açık çek vermeyeceğini gösteriyor”
Bence son yapılan saldırılar, Biden yönetiminin nükleer anlaşma yapılsa bile İran’a bölgesel siyaseti ve nüfuz alanları konusunda açık çek vermeyeceğini gösteriyor. Bu sebeple Obama döneminden farklı bir yaklaşım söz konusu.
İran’a yönelik genel bir yumuşama söz konusu olmayacak. İran’ın yaptırımların kaldırılmasıyla elde edeceği ekonomik gücü bölgesel siyasetine tahvil etmesine izin vermeyeceğinin sinyallerini veriyor Biden. Meselenin ikinci boyutu olan Irak üzerindeki ABD-İran rekabetinin bir yansıması olarak da ele alınabilir bu saldırılar.
Irak yönetimi üzerinde iki ülke de kontrol sahibi olmaya çalışıyor. Irak hükümetleri genelde bağımsızlık ile bahsi geçen iki ülke arasındaki çekişmenin bir parçası olmak arasında gidip gelen denge siyasetleri izlemek zorundalar. Viyana’daki müzakereler bu durumdan doğrudan etkilenmez kanaatindeyim. Zira ABD ile bahsi geçen gruplar arasındaki gerilim yeni değil ve en azından kağıt üzerinde mesele İran’dan çok Irak’ı ilgilendiriyor.
ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarının kalkması durumunda İran’ın Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen gibi Orta Doğu ülkelerindeki nüfuzunun da artması söz konusu olacaktır. Bir diğer yandan Suudi Arabistan’ın liderliğindeki bazı Körfez ülkeleri ile İran arasında gerilim artabilir. Reisi böyle bir tabloya karşı nasıl bir politika izleyebilir? Aşırı muhafazakar Reisi’nin Körfez ülkelerine karşı daha şahin bir pozisyon mu sergilemesi bekleniyor?
Nükleer yaptırımların kaldırılmasıyla İran’ın ekonomik bir rahatlama yaşayacağı ve bölgede destek verdiği silahlı gruplara daha fazla para akışı sağlamak marifetiyle onlar üzerindeki kontrolünü artıracağı doğru. Bu grupların daha agresif bir pozisyona savrulmaları mümkün.
Tahran’ın bu grupları zaten kendi bölgesel siyaseti doğrultusunda araçsallaştırdığı biliniyor. Ancak son yıllarda İran’ın içinde bulunduğu ekonomik darboğaz, bu örgütlere verilen desteğin azalmasına sebep olmuş ve COVID-19 pandemisi de bölgedeki silahlı grupların faaliyetlerini frenlemişti.
“Bölgedeki milis aktivizmi ivme kazanabilir”
Ancak artık hem pandeminin etkinliğinde meydana gelen görece zayıflama hem de yaptırımların kaldırılması sonrası İran ekonomisinde beklenen toparlanma, bölgedeki milis aktivizmine ivme kazandırabilir. Fakat İran için kısa vadede diğer Körfez ülkeleriyle antagonistik (aykırı) bir pozisyon almak çok tercih edilebilir bir seçenek değil.
Suudi Arabistan ile İran’ın normalleşme görüşmeleri yaptığı göz önüne alındığında kısa vadede İran’ın bölgesel faaliyetlerinin bölge ülkelerini rahatsız edecek bir seviyeye ulaşmayacağını düşünüyorum. Reisi’nin kendisi de ilk basın toplantısında İran’ın Suudi Arabistan ile ilişkilerinde normalleşmeyi arzu ettiğini söyledi. Bu yüzden İran ilk etapta daha kontrollü hareket edecek. Zira Reisi’nin dış politikasında ABD ve Batı ülkelerinin öncelenmeyeceği biliniyor.
“İran ilk etapta komşularıyla problem yaşamaktan kaçınacaktır”
Bu sebeple Reisi’nin komşularla problem yaşamaktan kaçınmaya çalışması muhtemel. Ancak uzun vadede bu problemler yaşanacaktır. İran toparlanma sürecinin ardından bölgesel faaliyetlerine odaklanmaya başladığı zaman Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez Arap ülkeleriyle sorunlar yaşaması muhtemel.
Seçimi kazanmasından sonra Reisi yaptığı ilk konuşmada önemli mesajlar verdi. Bunlardan biri “Dış politikamız nükleer anlaşmayla sınırlı kalmayacak. Dünya ile etkileşim halinde olacağız” ifadesiydi. İran bundan sonra 25 yıllık stratejik ortaklık anlaşması imzaladığı Çin ve Rusya gibi ülkelerle ilişkilerine mi odaklanacak?
Ruhani dönemine dış politika anlamında yönelen en önemli eleştiri, Ruhani’nin tüm dış politikasını nükleer anlaşmaya odaklı gerçekleştirdiği şeklindeydi. Gerçekten de Ruhani hükümetinin 2015 yılındaki anlaşmadan başka gözle görülür bir başarısından bahsetmek çok mümkün değil. 2018’de ABD anlaşmadan çekildiği için bu başarı da kısa ömürlü olmuştu.
“Reisi dış politikada seçeneklerini çeşitlendirmek istiyor”
Reisi Ruhani’nin başına gelenlerden aldığı dersle, İran’ın dış politika seçeneklerini çeşitlendirmekten bahsediyor. Aslında Ruhani’nin son döneminde Biden yönetimini elini çabuk tutmaya zorlamak için kullandığı bir stratejiydi Çin ile yapılan 25 yıllık anlaşma. Bu anlaşmanın üzerinde kopan gürültüye değmeyen bir çerçeve anlaşma ve ABD’yi Çin yoluyla uyarmaya matuf bir dış politika stratejisi olduğunu artık biliyoruz.
“Çin ile anlaşma, Zarif’in ABD’ye karşı blöfüydü”
Anlaşma İran Meclisine gelmedi, Çin tarafı bu anlaşmayı İran tarafı kadar konuşmadı ve anlaşmanın içeriğine dair spekülasyonların hiçbiri resmi evrak düzeyinde karşılığını bulmadı. Çin ile anlaşma hamlesi, Zarif ve ekibinin ABD’ye karşı blöfüydü.
Bundan sonraki dönemde ise İran’ın partnerlerini çeşitlendirmesi ve çoğaltması stratejisini izleyeceğini öngörebiliriz. Avrupa, bölge ülkeleri, Rusya ve Asya ülkeleriyle iyi ilişkilerin geliştirilmesi doğrultusunda adımlar atılacaktır. ABD ve İsrail ile olan mesafe ise korunmaya devam edecektir. Reisi zaten ilk basın toplantısında net olarak yaptırımlar kaldırılsa bile Biden ile görüşmeyeceğini ifade etti.
Reisi’nin kazandığı seçimde muhafazakar adaylar baskındı. Reformist adaylar ise ya Anayasayı Koruyucu Konseyi tarafından elenmişti ya da (biri hariç) seçim yarışından kendileri çekildi. İran siyasetinde bundan sonra reformist akım nereye doğru gidiyor?
İran siyasetinde tanık olduğumuz gelişmeler, dönem dönem yaşanan benzeri gelişmelerin bir tekrarı: Bir hizbin tasfiyesi ve diğer bir hizbin güç temerküzü… İran siyasetini siyasi partiler ya da güçlü sivil toplum kuruluşları değil; muhafazakar, ılımlı (pragmatik) ve reformist denen siyasi gruplar şekillendiriyor.
“Reformistler halkın desteğini kaybetti”
Şu anda gerçekleşen ise reformist hizbin siyasetin dışına itilmesi. Zira muhafazakarlar yasama ve yargıda hakim güç durumundayken cumhurbaşkanlığı seçimleriyle beraber yürütmeyi de kontrol altına aldılar.
Önümüzdeki 4 sene boyunca reformistler İran siyasetinde etkileri ihmal edilebilir düzeyde yer alacaklar. Ancak reformistler için asıl tehlike seçimi kaybetmeleri değil; halkın desteğini kaybetmeleri.
Büyük şehirlerdeki katılım oranlarındaki düşüş buna mukabil taşradaki katılım oranlarındaki yükseklik, reformist seçmenin sandığa gitmediğini gösteriyor. Reformistler, muhafazakarlar gibi müesses nizamın vesayet kurumlarında güçlü bir konumda değiller.
O kurumlarda genellikle dini liderin atadığı muhafazakar isimler bulunuyor. Reformistlerin tek şansı halkın teveccühüyle seçim kazanarak İslami Şura Meclisi ya da cumhurbaşkanlığında yer alabilmek. Ancak son yıllarda çeşitli sebeplerle reformist liderlerin halk nezdindeki itibarlarının sarsıldığı görülüyor. Böyle olunca reformistler için yolun sonunda ışık görünmüyor.
Hem ABD-Şii milisler gerilimi hem de Reisi’nin cumhurbaşkanlığı koltuğuna gelmesinin bölgeye ve Türkiye’ye bir yansıması olur mu?
ABD ile İran destekli gruplar arasındaki gerilim yeni değil. Bu gerilim genelde düşük düzeyde yıllardır devam ediyor. Kontrolden çıkma durumu şu an için söz konusu görünmüyor. Reisi’nin cumhurbaşkanlığı, İran’ın bölgesel siyasetinde daha sert bir tutumu ortaya çıkarabilir. Elbette bu durum bölgede tansiyonu yükseltecektir.
Irak konusunda İran’ın ABD ile olduğu kadar Türkiye ile de zaman zaman gerginleşen bir ilişki biçimi var. Türkiye’nin Irak’taki bazı bölgelerde terör örgütlerine karşı gerçekleştirdiği operasyonlar, İran tarafından Türkiye’nin Irak sahasına girerek kendisine meydan okuması olarak yorumlanıyor.
İran böyle durumlarda hem kendi diplomatik araçlarını kullanarak hem de Irak hükümetini Türkiye’ye karşı pozisyon almaya zorlayarak hareket ediyor. En son Sincar bölgesinde Türkiye’nin muhtemel bir anti-terör operasyonuna karşı İran’ın sergilediği tavır bu şekildeydi.
Reisi komşularla iyi ilişkiler geliştirmeye vurgu yapsa da Türkiye ve İran arasında bölgesel meselelerdeki sorun alanları varlığını devam ettirecek gibi görünüyor.
TRT