“Şu Dalmadan geçtin mi Soğuk sular içtin mi Efelerin içinde Yörük Ali’yi seçtin mi
Şu Dalmanın çeşmesi Ne hoş olur içmesi Yörük Ali’yi sorarsan Efelerin seçmesi Hey gidinin efesi…”
Milli mücadelenin efeleri… O efelerin en bilineni Yörük Ali. 16 Haziran 1919’da, Batı ve Güney Anadolu’da düşmana yapılan ilk baskın olarak tarihe geçen Malgaç demiryolu köprüsü yanındaki güçlü ve tam teçhizatlı düşman karakoluna baskını gerçekleştirdi. Düzenli ordunun kurulmasıyla emrindeki grubu orduyla bütünleştirip, kendisi de Milli Aydın Cephesi Komutanı oldu. İstiklal Madalyası verilen ve Cumhuriyet döneminde Yörük soyadını aldı Ali Efe.
Dağlarda geçti yaşamı. Onun ve zeybeklerinin rahat hareket etmesi ama aynı zamanda heybetli, kuvvetli görünmesi gerekirdi. Kuzgunlu başlığı, iğne oyalı kefiyesi, bürümcüğü, mintanı, cepkeni , camadanı, kösteği… O ihtişamı tamamlayansa körüklü çizmeydi. Deriden… Tamamen doğal… Önce alt kısmı yapılıyor. Derinin yapışmaması için araya parça konuluyor. Sonra derinin kenarı toplanarak tabanı çakılıyor. Topuk kısmında metal çivi yerine tahta çiviler kullanılıyor. Ustanın mahareti de körüğünden anlaşılıyor. Zeybek kültürünün önemli simgesi, yiğitliğin sembolü. Yazın serin, kışın sıcak tutuyor. Efenin bastığı yerden ses çıkıyor, düşman ürküyor.
Aslında körük sonradan ekleniyor çizmeye. Söke’ye özgü olması burada başlıyor. mübadele sonrası Girit’ten Söke’ye yerleşen Hüseyin Rıfat Oral’ın (Sağır Usta) çizme zanaatını Söke’ye taşımasıyla başlıyor. Yörede, özellikle tarım ve hayvancılıkla uğraşan arazi sahipleri at binmeyi kolaylaştıran; doğallığı, rahatlığı ile yaz-kış giyilebilmesi, çıkardığı ses ile mekâna gelindiğini belli etmesi ve ayakta duruşuyla giyene özgüven vermesi gibi özelliklerinden dolayı Söke körüklü çizme benimseniyor. Sağır Usta’nın Ankara Süvari Alayı’nın tamamına çizme yapıp gönderdiği rivayet ediliyor.
Sökeli Mustafa Avcıoğlu’nun hikayesi de işte bu körüklerin az bilinmesiyle başlıyor. 90’lı yıllarda kasaplıkla uğraşırken çizme ustası babasının isteği üzerine atölyede çalışmaya başlıyor. Eskiye uygun çizme yapılıyor ama iş körük kısmına gelince başka bir ustaya gönderiliyor. İhsan ustaya… Mustafa Avcıoğlu, ‘Ya bu usta ben yapmam derse ne yapacaksınız’ diyor ve İhsan ustanın eteğine dolanıyor: ‘ne olur bana bu körük işini öğret, söz sen yapmayana kadar sana getiririm çizmeleri’… öyle de oluyor. Çizmenin bir tekini İhsan usta bir tekini o alıyor ve başlıyor öğrenmeye. Şimdi körüklü çizme ustasının sayısı bir elin parmağını geçmiyor. Mustafa Avcıoğlu bu meslek ölmesin diye mücadele ediyor. Babası öldükten sonra kuzeniyle çizme yapmaya devam ediyor. Çizmeleri kuzeni, körüğü de kendisi yapıyor özenle… Bir zamanlar zenginliği ve ihtişamı anlatan bu çizmeler şimdilerde sadece şenliklerde kullanılsa da o körüklü çizmesini yapıp vitrine koyuyor, bu geleneği yaşatmak için çekiç vurmakla kalmıyor. Avcıoğlu’nun bir de halk oyunları ekibi var. Çocuklarına ve yeni nesile bu geleneği aktarmak için hala araştırıyor, öğreniyor ve öğretiyor. İş yerinde çalışırken ayağında da körüklü çizmesi… dost meclislerinde, gittiği her yerde anlatıyor. Efelerin kostümünü giyip tüm ihtişamıyla vuruyor ayağını yere, Ege’nin türkülerine, geçmişin efelerine, yiğitlerine can veriyor ve ekliyor:
“Ege’de yiğitliğin sembolü körüklü çizmedir, zeybeklerin zırhıdır. Körükler de nedir? Ustasının mührüdür…’’
Bu gelenekler, ‘unutulmaya yüz tutmuş’ dediğimiz zanaatlar da bizim öz benliğimiz, kültürümüz, geçmişimiz ve geleceğimiz… kısacası bizi biz yapan bilincimiz… Mustafa usta gibi bu bilinci yaşatmaya çalışanlar kaybetmememiz gereken hazinelerimiz…
Kamera- Kurgu: Altan Ayhan
TRT