Gözünüzün önünde meydana gelen acil bir duruma tanık olsaydınız, başı dertte olan kişiye yardım etmek için harekete geçer miydiniz? Mesela polise veya ambulansa anında haber verir miydiniz? Psikologlar böyle bir durumda müdahale edip etmemenizin, diğer tanıkların sayısına bağlı olabileceği görüşünde. Yardıma ihtiyaç duyulan bir olayda, çevrede tanıklık eden kişi sayısı ne kadar fazla ise müdahale eden kişi sayısı o oranda düşüyor. Bu durum literatürde ‘seyirci etkisi’ olarak ifade ediliyor. Yani çevrenizde ne kadar fazla insan varsa, müdahale etmekten o kadar çabuk vazgeçiyorsunuz.

Kalabalığın bir parçası olduğumuzda neden yardıma çekiniyoruz?

‘Seyirci etkisi’ terimi aslında yeni değil. 1964 yılında ABD’de meydana gelen bir cinayete tanık olan ve mağdurun yardım çığlıklarını işiten 38 tanıktan hiçbirinin polise haber vermemesi ‘seyirci etkisi’ olarak anılıyor. Kalabalığın sosyal davranış üzerinde güçlü bir etkisi olduğu kabul edilmiş. Seyirci etkisine neden olan en önemli faktör, başka gözlemciler olduğu için bireylerin harekete geçmek için baskı hissetmemesi. Harekete geçme sorumluluğu orada bulunanların tümü arasında paylaşılıyor. Büyük bir kalabalığın parçası olmak, sorumluluğu da o oranda bölüştürüyor.

1964’te yaşanan bu talihsiz olayın benzerleri zaman zaman dünyanın farklı yerlerinde yaşandı. Günümüzde ise bu tür haberlere daha çok rastlanıyor. Şimdi meseleye akıllı telefonlar da dahil oldu. Acil bir durumda insanlar akıllı telefonlarını yetkilileri aramak için değil olayı kayıt altına almak için kullanıyor. Uzmanlara göre bu durum sadece seyirci etkisiyle açıklanabilecek kadar basit değil. Konunun psikolojik boyutunu Psikiyatri Uzmanı Nesrin Dilbaz’la konuştuk.

Akıllı telefonlarla olayın kayıt altına alınmasının altında nasıl bir motivasyon yatıyor?

“Daha önce ‘biz’ demeyi çok daha önde tutarken, son dönemlerde daha çok ‘ben’ diyen bir toplumla beraberiz.” Nesrin Dilbaz durumu bu sözlere açıklıyor, bireyselleşmenin son 20 yılda arttığını anlatıyor.

“Benim sorunum olmasın, bana bulaşılmasın ama yaşam devam etsin şeklinde düşünüyor insanlar. Tabii kötü örnekler nedeniyle insanlar başka kişilere güvenini de kaybetmiş durumda. “

İnsanların artık birbirlerine yardımcı olmak, birinin ihtiyacı olduğunda yanında olmak gibi önemli değerlerden gittikçe uzaklaştığını söyleyen Nesrin Dilbaz, kişi kendisinin de zarar görebileceğini düşünüyorsa daha da çekimser kalacağını söylüyor. Sorumluluk almak ile kendinizi riske atmak istememek arasında çelişkili bir durum oluşuyor.

“Bakın şöyle bir örnek vereyim hiç kendisinin zarar görmeyeceği bir kazaya şahit oluyor insanlar, bir trafik kazası diyebiliriz. Aklımıza ilk gelen şey burada birinin çok hızlıca bir ambulans çağırması. Ama orada bakıyorsunuz ki insanlar elinde cep telefonu ile çekim yapıyor. Yani orada hemen popülarite devreye gidiyor. Kazaya şahit olduğunu, kendisinin sosyal medyaya bunu ulaştırması gerektiğini ve bu arada kimsenin ambulans çağırmadığını görüyorsunuz. Bu yapılmış bir çalışma örneğidir.”

Sosyal medya şiddeti normalleştiriyor

Sosyal mecralarda şiddet içeren videolara, haberlere her an, her saniye ulaşmak mümkün. Aslında maruz kalmak daha doğrusu zira bu tür videolara rastlamadan internette bir gün geçirmek günümüzde neredeyse imkansız. Dilbaz’a göre olumsuz uyaranlara kısa süreli de olsa çok sayıda maruz kalmak, ne yazık ki şiddeti zihnimizde normalleştiriyor.

“Yaklaşık 20 yıldır yani globalleşmeyle, sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle birlikte o kadar çok olumsuz olayla karşılaşarak duyarsızlaştık ki bence en önemli noktalardan biri de bu. Yani artık insanlar bu tür olaylar için üzülmemeye başlıyor. Ya da ‘bu kadar çok insan bunu yapıyorsa, herhalde bunda bir doğruluk payı var’ diyerek gerçekten doğrularımızda, değerlerimizde çok ciddi bir dejenerasyon gelişiyor. Bazı dizilerde, spikerlerin karşısındakini suçladığı televizyon programlarında öyle kötü örnekler çıkıyor ki, bir süre sonra toplum herkesin öyle olduğunu düşünmeye başlıyor.”

İnsanlara diziler ve sosyal medya aracılığıyla değişik değerler mi yüklenmeye başlandı? Akıllı telefonlarla anın kaydedilmesinin altında yatan motivasyon bu yeni değerler mi? Bu soruları da Psikiyatri Uzmanı Nesrin Dilbaz’a yöneltiyoruz:

“Bakın o sırada ne çektiğinin farkında değil insanların büyük bir çoğunluğu. Oradaki tek nokta ‘ben’ duygusuyla ilgili. Ben gördüm, ben çektim, beni gördüler, beni daha değerli buldular… Konu hep kayıt alanın etrafında dönüyor. Yoksa o çekimin hiç kimseye bir faydası yok. O sırada onu çekmek yerine müdahale etmek gerekmiyor ama müdahale edebilecek güçlere, kuvvetlere, polise ambulansa ulaşabilir miydim gibi bir düşünce yok. Tek bir şey var: Kimsenin elinde olmayan bir bilgiye ben sahip olacağım diyerek hızlıca sosyal medyada yayınlamak, motivasyon sadece o.”

Peki eski değerlere yeniden ulaşmak mümkün mü? Bu durumda nasıl bir strateji geliştirmek gerekiyor?

“Şu anda temelini atacağımız her türlü düzenlemedeki değişimi 20 yıl sonra göreceğiz. Eğer şimdi önlemini almazsak gittikçe daha kötü duruma geleceğiz. Adalete güvenmek gerekir. Biz bu güveni tekrar sağlayamazsak, o zaman insanlar kendi çözümlerini kendileri getirmeye başlayacaklar. Bir ülke için bu en büyük tehlike. İkincisi sosyal mecralar ve medya ile ilgili politika yapıcıların düzenlemeler yapması gerekiyor. Bakın yasaklar değil… Birçok şey yönetmeliklerle düzenlenebilir. Ama asıl eğitim aileden başlar.”

Müdahale etmemek değil yetkililere haber vermemek suç

Konunun kuşkusuz bir de hukuki boyutu var. Sıradan vatandaşların tehlikeye atılarak acil duruma müdahale etmesi söz konusu değil. Zira herkes suçu işleyen kişinin kendisine yönelik de bir eylemde bulunacağından kaygılanabilir. Türk Ceza Kanununda bu durum 278, 279 ve 280. maddelerle düzenlenmiş. Hukukçu Hasan Oymak’a TCK’nın bu konu ile ilgili düzenlemesini soruyoruz.

“Engelleme yükümlülüğü vermiyor kanun. Bildirme yükümlülüğü veriyor. Dolayısıyla siz müdahale edin, bu suçu işleyen kişiyle karşı karşıya gelin demiyor. Ama kolluk kuvvetlerine bildirimde bulunma yükümlülüğünüz var diyor. 278. maddede doğrudan normal vatandaşlar bakımından değerlendirme yapılmış. Orada diyor ki; işlenmekte olan bir suçu yetkili makamlara bildirmeyen kişi bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Suç işlemişse ama sebebiyet verdiği neticelerin sınırlandırılması halen mümkün ise yine yetkili makamlara bildirmeyen kişi aynı şekilde cezalandırılır.”

“279. madde kamu hizmetinde yer alan kişiler bakımından bir değerlendirme yapmış, orada da görevi ile ilgili olarak bir suça şahit olan kişilerin bu suçu bildirmesi hususu düzenlenmiş, 280. maddede de sağlık personelinin kendisine gelen olaylarda bir suç unsuru görmüş ise bu konuyla ilgili olarak bildirimde bulunma yükümlülüğü vermiş.”

Suçun gizlenmesine sebep olmak suç ortaklığı kabul ediliyor. Suçun bildirilmesine engel olmak da suç. Yani siz yanınızdaki kişi kolluk kuvvetlerini arayalım dediğinde, o kişiyi engellerseniz bakın nasıl bir suçlamayla karşı karşıya kalabilirsiniz:

“İki kişisiniz, bir suçu gördünüz, şahit oldunuz. Kişilerden biri suçu bildirmek istedi yetkili makamlara, diğer kişi onun suçu bildirmesine engel oldu. Böyle bir durumda engel olan kişi o suçu işlemiş olan kişiyle birlikte yargılanıyor. Yani suçu işlemiş, ona iştirak etmiş gibi yargılanıyor.”

Peki insanların akıllı telefonlarla olay kaydetmesine yönelik bir yaptırım var mı? Hasan Oymak’a son olarak bu soruyu yöneltiyoruz. Oymak bu noktada önemli bir uyarı yapıyor:

“Dikkatli olun. Çektiğiniz kareleri kolluk kuvvetleri yerine sosyal medya mecralarında paylaşırsanız, suç duyurusuyla karşı karşıya kalabilirsiniz. O esnada suçu gördünüz, bunu hemen akıllı telefona kaydettiniz ve magazin haberi olarak kullanıyorsanız, dedikodu malzemesi olarak kullanıyorsanız suç. Kişilik haklarını ihlal, yani suç işlemiş olsa bile kişiyi bu şekilde ortaya çıkarmanız suç teşkil ediyor. Ama sizin bunu çektikten sonra yetkili mercilere göndermiş olmanız zaten bildiriminizin kuvvetini artıracağı için onda bir beis yok” 

Bireyselleşmenin çağı 21. yy suça sessiz kalmayı öğretti

Bireyselleşmenin çağı 21. yy suça sessiz kalmayı öğretti

Bireyselleşmenin çağı 21. yy suça sessiz kalmayı öğretti

Bireyselleşmenin çağı 21. yy suça sessiz kalmayı öğretti

Bireyselleşmenin çağı 21. yy suça sessiz kalmayı öğretti

Bireyselleşmenin çağı 21. yy suça sessiz kalmayı öğretti

TRT

By admin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir